E-BÜLTEN HAKKIMIZDA KÜNYE ABONELİK
REKLAM İLETİŞİM İÇİNDEKİLER
tarlasera’nın Ekim sayısı, ilgi ve kazanç alanı tarım olan herkes için bambaşka bir dergi deneyimi sunuyor. İçeriğe göz gezdirin.
Aylık Tarım ve Kültür Dergisi tarlasera’ya abone olmak çok kolay! tarlasera’nın düzenli takipçisi olmak için tıklayın.
Sayfalarını keyifle çevirip bir çırpıda okuyacağınız tarlasera’nın son sayısı bir tıkla ayağınıza gelsin!
Rejeneratif tarım, son yıllarda içi boşaltılan kavramlardan biri olmuş durumda. Fakat bunun doğuracağı sonuçları kimse konuşmuyor. Bu nedenle rejeneratif tarım tanımının bir an önce herkesin anlayacağı bir açıklıkta ortaya konulması ve bunları sağlayacak standartların belirlenmesi gerek.
Propaganda makinesinin bugünlerde rejeneratif tarım uygulamalarını tedavüle sokarak organik üretimde yaşanan tıkanıklığı açmaya çalıştığı görülüyor. Rejeneratif tarım başlığı altında organik tarım dejenere ediliyor.
Ocak 2023’te yürürlüğe girecek yeni OTP’nin Yeşil Mutabakat ile Çiftlikten Çatala stratejisi hedeflerine uygun olup olmadığı değerlendiriliyor.
Baklagil bitkilerinin içeriğinde bulunan besinler sayesinde özellikle gelişmiş ülkelerde üretimi ve tüketimi artıyor. Baklagiller üzerinde yapılan ıslah çalışmaları da bu artışa paralel şekilde ilerliyor. Sürdürülebilir tarım için Türkiye’nin de bu çalışmaları takip etmesi gelecekte yararına olacak.
Hollanda tarımdaki ithalat payıyla ABD’den sonra dünyada ikinci sırada. Peki tarım arazileri 1 milyon hektarı geçmeyen, toprakları büyük oranda denizden kurtarılmış ve çok az güneş gören Hollanda bunu nasıl başarıyor?
Rus genetikçi Vavilov’un Türkiye de dahil dünyanın tarımsal çeşitliliği üzerine yaptığı araştırmaların mirası bugün büyük bir özenle Vavilov Araştırma Enstitüsü’nde yaşatılıyor. Hem de yüzyıl boyunca yaşanan tüm olumsuzluklara karşın…
Rus genetikçi Vavilov’un Türkiye de dahil dünyanın tarımsal çeşitliliği üzerine yaptığı araştırmaların mirası bugün büyük bir özenle Vavilov Araştırma Enstitüsü’nde yaşatılıyor.
Son yıllarda sıkça uyguladığı ithalat ambargoları Rusya’nın tarım hamlesi atmasında önemli paya sahip olmuş. GDO’ya karşı tavırları ise Türkiye’dekine oldukça benziyor.
Politikacıların baklagillerin sürdürülebilir toprak sağlığı ve buna bağlı sürdürülebilir kalkınma için taşıdığı önemi anladıklarını gösteren bir işaret yok.
Bir dönem üretim rekorları kırılan baklagillerde artık ithalat baskın durumda. Bunun nedeni tarımda yeni teknoloji ve modern biyoteknolojiyi ulusça reddetmemiz.
Patates tarımı Sanayi Devrimi’nin gizli kahramanı. Uzun yıllar boyunca patatesi benimsememenin de, sonrasında ise patatese bağımlı hale gelmenin de bedeli ağır oldu.
Eski Güney Amerika uygarlıkları tarihe karıştı. Ancak onların insanlığa armağanı olan patates toplumları yalnızca beslemeye değil, derinden etkilemeye de devam ediyor.
Türkiye’de bilim insanlarının şu veya bu nedenle modern biyoteknolojiye uzak durmaları tarımsal Ar-Ge’de ne durumda olduğumuzun resmini acık bir şekilde gösteriyor.
GDO’ların etkileri üzerinde şimdiye kadar yapılmış çalışmaların belki de en kapsamlısı teknoloji karşıtları tarafından anında çarpıtılabiliyor. GDO karşıtlığının böylesi kolay olduğu çağımızda, bilimsel gelişmeler ile tarımsal üretimin arttırılması gittikçe zor bir uğraş halini alıyor.
Biyogüvenlik değerlendirmelerinde ürünün mü yoksa o ürünü geliştirmekte kullanılan yöntemin mi belirleyici olduğu tartışması yeniden gündemde. Önemli bir grup ürün bazında değerlendirme yapılmasını daha akılcı bulsa da bunun için biyogüvenlik mevzuatının değişmesi şart.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin akademisyenlere yayın başına parasal destek sağlamaları, bu alanı gittikçe istismar edilen bir hâle sokuyor. Teşvikleri maddi ya da manevi çıkar kapısı olarak gören bilimcilerin en fazla rağbet gösterdiği konulardan birisi ise GDO.
GDO’ya yönelik korkular, önyargıların oluşmasında en büyük etken. Ancak korkularla kazanç sağlayan kişi ve kurumlar için önemli bir menfaat aracı olan bu görüşler, bilimsel kaynaklara bakıldığında kolayca çürütülebilir.
Günümüzde GDO tarımına karşı genel bir önyargı hakim.Özellikle AB ülkelerinde bu durum, çözülemeyen tanım sorunu ve çelişkili politakalar nedeniyle, bilimsel çalışmaları ve üreticilik faaliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor.
Paris’te düzenlenen Dünya İklim Zirvesi’nde iklim için önemli kararlar alındı. Tarımsal üretimde sürdürülebilir yoğunlaşmanın gerekliliğinin öne çıktığı zirve sayesinde hükümetler, STK’lar ve büyük firmalar girişimler başlattı.
Biyoteknolojik çalışmalar modern tarım faaliyetlerinde önemli bir yere sahip. Bu anlamda kurulan araştırma merkezleri ya da verilen teşviklerin temel bilime katkı sunması bekleniyor.
Gittikçe daha popüler hale gelen organik ürünler süpermarket raflarında normalden daha yüksek fiyatlara alıcı buluyor.
Türkiye son 30 yılda bilim ve teknoloji adına büyük gelişmeler gösterdi. Bilimsel yayınlar ve yatırımlar her geçen gün artıyor olsa da, pratikte bunların ekonomik fayda sağlayan faaliyetlere dönüşememesi hâlâ bir sorun.
İnsanoğlu tarımla uğraşmaya başladığından beri doğa ve bitkiler konusunda sürekli ilerleme kaydetti. Bitkileri inceleyen ve gözlemleyen birçok kişi bitki genetik ve ıslahında önemli buluşlara imza attı.
Organik ürünlere artan talep üretici ve tüketici açısından farklı sonuçlar doğuruyor. Yeterli miktarda yapılmayan üretim sahteciliğe yol açarak tüketicinin güvenli gıdaya erişimini engelliyor.
Bilimsel araştırmalara göre sebze ve meyvelerin “organik” olması lezzetli ve sağlıklı olacağı anlamına gelmiyor. Genetik yapı ve yetiştirilme şekli her meyve ve sebzenin içerdiği besin maddelerinin oranını etkiliyor.
Günümüzde ‘organik’ ve ‘doğal’ giderek daha çok üstünde durulan konular olsa da, bilgi eksikliği ve yanlış yönlendirilmeler olumsuz yargılara neden olabiliyor.
Hakemli dergide yayınlanan meta analiz makalesi, GD ürünlerin hem tarımsal hem de ekonomik anlamda olumlu katkılar sağladığını gözler önüne seriyor.
GDO konusunda yapılan genellemeler, bilimsel analizlerden geçen ve güvenli olduğu anlaşılan GDO’lu ürünlerin zararlı görülmesine ve konunun detaylarını bilmeyen insanların şüpheye düşmesine neden oluyor.
Yapılan binlerce araştırma sonucunda, GDO’ların araştırılması ve geliştirilmesine yönelik araştırmaların yanında bu ürünlerin insan ve hayvan sağlığı ile çevre üzerindeki olası olumsuz etkileri de binlerce bilimsel araştırmaya konu olarak
Önceki yazımda, GDO karşıtlığı yapanların genelde insanların temel korkularını, hatta annelik gibi en ulvi duyguları istismar ederek bundan kazanç elde etmede son derece başarılı olduklarını örneklerle anlatmaya çalışmıştım.
Geçtiğimiz ayki yazımda, Biyogüvenlik Kanunu uygulama yönetmeliğinde yapılan değişikliğin aslında hiçbir şeyi değiştirmediğini detaylı olarak anlatmıştım.
Geçtiğimiz Mayıs ayı sonlarında televizyon kanalları ve yazılı basında yine bir GDO bombası patladı! Yurtdışından ithal edilen bebek mamalarında GDO bulunmuş! Onlarca haber çıktı;
Biyogüvenlik Kanunu ve uygulamaları Türkiye’deki Ar-Ge çalışmalarını anlamsız kılıyor. Kanunun sahip olduğu çelişkili maddeler, bilimsel devrimin yaşanmasının önünde büyük bir engel.
Tüm dünyada “paralel bilim” GDO tartışmalarının odağında bulunuyor. Bu “paralel bilim”, bilimsel çalışmaları ve sürdürülebilir tarımsal üretime yardımcı olacak yeni teknolojilerin kullanımını engelliyor.
17 yıl içinde dünyada GDO ekim alanları her yıl artarak 175,2 milyon hektara ulaştı. Bu, dünyadaki toplam tarla alanının yaklaşık yüzde 12’si.
Danıştay’ın GDO ürünler ile ilgili geçen ay aldığı yürütme durdurma kararı Biyogüvenlik Kanunu ve uygulamalarından kaynaklanan sıkıntıları bir kez daha gözler önüne serdi.
Geçen yazımızda, farklı ülkelerden farklı araştırmacıların onlarca yıl süren sabırlı araştırmalarının sonunda bilimcilerin nihayet kalıtsal materyalin DNA olduğuna inanmaya başladıklarını anlatmıştım.
undan önceki yazımda canlılardaki kalıtımı kontrol eden kuralların keşiş Mendel tarafından ortaya konulduktan 30-40 yıl sonra tekrar keşfedildiğini ancak o zamanlar gen ve genetik deyimlerinin bilinmediğini belirtmiştim.
Hatırlarsanız önceki yazımın sonunda modern biyoteknoloji üzerindeki tartışmaların GDO’lar üzerinden yapıldığını, bu tartışmaların da bilimsel gerçeklerden ziyade kişisel tercihler ve ideolojilerden etkilendiğini belirtmiştim.
Geçtiğimiz sayıda GDO’lu pirinç tartışmalarına açıklık getirmeye çalışmış ve özetle dünyada genetiği değiştirilmiş çeltiğin ticari üretiminin olmadığını ve basında yer alan yüzlerce asılsız haberin bilimsel gerçeklerle alakası olmadığını aktarmıştım
Feyerabend mezarında mutlu yatsın; şu an Türkiye’de yaşadıklarımız onun yazdıklarının birebir uygulamaya geçmiş hali.
Nobel ödülü bazı temel bilimler, tıp, edebiyat, ekonomi ve barış dallarında verilir. Bunlar arasında ziraat bilimleri yoktur ama Yeşil Devrim’in babası sayılan tarımcı Norman Borlaug Nobel ödüllü tek ziraatçı olarak tarihe geçmiştir.
Yeni yıla “Nereden Başlasam?” ve “Nasıl Anlatsam?” başlıklı yazılarla başlamış ve önce modern zamanların en önemli tarım bilimcilerinden Vavilov’un çalışmalarını ve trajedisini anlattıktan sonra bilimi siyasete kurban eden Lişenko ile devam etmiştim.
kaldığımız yerden devam ederek aynı hikayenin ikinci başrol oyuncusu Lişenko’yu ele alacağız. Yine önce biraz hayat hikayesi ile başlayalım, sonra da Türkçe “Lişenkoculuk” olarak tercüme edebileceğimiz “Lysenkoism” üzerinde duralım.
Şimdiye kadar yazmış olduğum yazıları izleyenler, GDO’lar konusundaki tartışmaların bilimsel olmaktan çok, kişisel çıkarlar ya da ideolojik tercihler doğrultusunda yapıldığının altını çizmeye çalıştığımı hatırlayacaklardır.
GDO’lar, sürdürülebilir tarım, organik ürünler vs. gibi konularda ağzı olan herkesin bir şekilde beyanlarda bulunması ve aslı olmayan bu beyanların kamuoyunda derin endişelere yol açmasıydı.
Bilimsel açıdan dünya gerçek nesnelerden oluşur. Evrende bulunan canlı ve cansız nesneler arasındaki olaylar da fizik kanunlarına göre yönetilir.
Bakalım gerçekten de GDO-kanser ilişkisi kanıtlandı mı? Dilerseniz önce bu haberlere dayanak teşkil eden Fransa’daki çalışmaya bir göz atalım.
Daha önce defalarca yazdığım ve aşağıda tekrar özetleyeceğim üzere, olmayan bir şeye karşı savaş açtınız ve savaşı kazandınız. Büyük bir aferin hak ettiniz…
Daha önce de yazmıştım; son zamanlarda yerli domates, yerli patates vs. tutkunları türedi, hatta dernek bile kurdular.
Geçenlerde davet edildiğim bir televizyon programında GDO konusunda gelen sorulardan bir tanesi “…madem GDO’lar bu kadar önemli, neden birçok bilim adamı ve sivil toplum kuruluşu buna karşı çıkıyorlar?” şeklindeydi.
Sonuç olarak, ciddi ekonomik kayıplara neden olan Biyogüvenlik mevzuatının bilimsel esaslara göre çalışan ve uluslararası normları dikkate alan bir sisteme kavuşturulması gerekmektedir.
Bu yazıda, sizlere Biyogüvenlik Kanunu’nu, daha doğrusu yasaklarının neler getirdiğini anlatmaya çalıştım.
Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan Sivil Toplum Kuruluşları (STK), dernek, vakıf, sendika ya da meslek kuruluşları olarak örgütlenebilmekte
Gıda Egemenliği’nin bayraktarlığına soyunan kesimler, eğer bu söylemlerinde ciddi iseler öncelikle ideolojik tercihlerini kişisel çıkarlarını bir yana koyarak sürdürülebilir kalkınmaya katkıda bulunacak
Falih Rıfkı Atay, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki son günlerini anlattığı Zeytindağı kitabının ön sözünde “Yalan söylemek, Şark’ta ayıp değildir” der. Hal böyle iken, ısrarla gerçekleri çarpıtan GDO karşıtlarına “yalan söylüyorsunuz” diyemezsiniz,
Sunuş Dünyanın gündemi gıda krizi
Firat Şit firat.sit@tematik.com.tr
Selim Çetiner
Yeşim Aysan
Figen Ceylan
Ramis Dara
İbrahim Benli
Başka yerde bulamayacağınız tarım ve kültür haberlerini düzenli olarak almak için aşağıdaki kutucuğa e-posta adresinizi yazın ve gönder butonuna tıklayın; tarlasera e-bülten adresinize gelsin!