Tarım Dergisi tarlasera
tarlasera SATIN AL
Kapat

Fasulyeden şeyler…

fasulyeden-seyler3.jpg

Politikacıların baklagillerin sürdürülebilir toprak sağlığı ve buna bağlı sürdürülebilir kalkınma için taşıdığı önemi anladıklarını gösteren bir işaret yok.

Geçen ayki “Tarımda yüksek teknoloji mi dediniz?” başlıklı yazımda, bundan kırk yıl önce staj yaptığım çiftlikte o zamanki tarım teknolojilerinin en son uygulamalarının yanında yeşil gübre uygulamasından da vazgeçmeyen modern Hollanda tarımından bahsetmiştim.

Ardından da Türkiye’nin 1980’li yıllarda popülist tarım politikaları yerine bilimsel verilere dayalı akılcı politikalar uygulayarak başta mercimek olmak üzere birçok baklagil bitkisinin nadas alanlarına girmesinde ne kadar başarılı olduğunu belirtmiştim.

Ayrıca, bir türlü yeter miktarda yetiştirmeyi başaramadığımız soya fasulyesiyle ilgili deneyimlerimi aktarmıştım. Yazıyı da sıkça gündeme gelen ileri tarım teknolojisi uygulamalarına atıfla “Bu ileri tarım teknolojileri, Türkiye’deki tarımsal sıkıntıların belki de en önemlisi olan bitkisel protein açığımızı kapatmada diğer bir ifade ile baklagil bitkilerini yetiştirme zaruretini politikacılarımıza, bürokratlarımıza ve daha da önemlisi üreticilerimize anlatıp uygulamaya geçirmede ne kadar etkili olacak?” sorusuyla tamamlamıştım.

Bakliyat üretiminin önlenemez düşüşü

Bu sorunun muhtemel yanıtlarını düşünürken; ekonominin yanı sıra zaman zaman gıda ve tarım konularını da köşesinde işleyen Güngör Uras’ın “Nohuda n’oldu?”1 başlıklı yazısı dikkatimi çekti. Bundan birkaç ay önce de pirinç ve bakliyat ithalatımıza dikkat çeken bir yazı yazmıştı. Bu yazılar özetle son otuz yılda Türkiye’deki baklagil ekim alanlarının büyük ölçüde daraldığını, buna bağlı olarak bakliyat üretimimizin de yüzde 43 azaldığını yani neredeyse yarıya düştüğünü anlatıyor.

Örneğin, mercimekte durum vahim; 2004 yılında 400 bin ton olan üretim şimdilerde 300 bin tona kadar gerilemiş. Bunun sonucunda gerek iç tüketimi karşılamak gerekse dahilde işleme rejimi  çerçevesinde Kanada, Arjantin, Hindistan, Kırgızistan gibi birçok ülkeden mercimek, fasulye, nohut ithal eder hale gelmişiz.

fasulyeden-seyler2.jpg

Neo-liberal politikalar tarımın gelişimini engelledi

Son zamanlara kadar Türk Lirası’nın aşırı değerlenmiş olması, yani düşük döviz kurları bu ticareti şüphesiz özendirdi. Ancak geçen yıl nohut ekim bölgelerinde yaşanan kuraklık sonucu yerli nohut üretiminin düşmesi fiyatının 7 TL’den 14 TL’ye yükselmesine neden oldu. Fiyatların düşmesi için Hükümet nohuda uygulanan gümrük vergisini düşürmüşse de döviz kurundaki hızlı yükseliş yüzünden bu tedbir pek işe yaramadı; ithal nohudun perakende fiyatı 20 TL’ye yükseldi.

Bunlar tabii ki son yıllarda uygulanan yanlış tarım politikalarının kaçınılmaz sonuçları. Aslına bakarsanız Özal hükümetleri zamanından başlayan neo-liberal ekonomi politikaları, sürdürülebilir tarımsal üretimi hedefleyen politikaların geliştirilip uygulanmasını engelledi. Geçtiğimiz 15 yıl içerisinde ülkeye bol miktarda sıcak para girişi nedeniyle düşük seyreden kurlar ise politikacıların hamasi nutuklarında tarımsal üretimi coşuyor gibi göstermek için kullanıldı.

Gerçek sorunların peşine düşülmüyor

Bakliyat konusunda yazılmış bir köşe yazısı daha dikkatimi çekti: “Türkiye ve Pakistan’ın talebi, Dünya Bakliyat Konfederasyonu’nun çabaları ile Birleşmiş Milletler 2016’yı Dünya Bakliyat Yılı ilan etti.”3 Tabii bunu görünce hemen aklıma yeni bir soru geldi: Madem bakliyatı bu kadar önemsiyor ve hatta dünyaya ayar veriyoruz, neden kendi bakliyat üretimimiz gittikçe azalıyor? Hem de bu kadar dramatik şekilde...

Bahanemiz çok. Susuz tarım alanları sulamaya kavuştuğu için buralarda artık sulu tarımdan yüksek getiri sağlayan mısır ekiliyor. Köyden şehirlere göç, köylerde çalışacak genç nüfusu tüketti; 2,5 milyon hektar tarım alanı artık ekilmiyor. İthalat daha ucuz, yerli üretim yüksek girdi maliyetleri nedeniyle daha pahalı vs...

fasulyeden-seyler5.jpg

Mercimeğin “anavatanı” olmak yeterli mi?

Hamasi nutuklar atmayı seven politikacılarımız ve hatta bürokratlarımız, bu sorunları çözmek için neden somut politikalar geliştirmiyorlar da dünyaya bakliyat üretip tüketin diye akıl veriyorlar? Nasıl oluyor da Kanada, dünyanın bir numaralı mercimek üreticisi ve ihracatçısı oluyor? Bu arada, ‘mercimeğin anavatanı Türkiye diye böbürlenmenin’ üretimi arttırmaya yetmediğini neden hiç düşünmüyoruz acaba?

Son günlerde yine gündeme gelen GDO tartışmalarında, köşesini bir kez daha komplo teorileriyle doldurup Gemlik’teki tarım topraklarına fabrika kurulmasının hikayesini yazan araştırmacı gazetecimiz, Edirne’den Van’a kadar tüm yurtta tarım alanlarının endüstriyel tesislere nasıl tahsis edildiğini neden hiç inceleyip gündeme taşımıyor acaba? Tarım topraklarımız sadece Gemlik’te mi elden çıktı? Elden çıkmayan tarım topraklarını ne yapıyoruz? Neden nohut, mercimek, fasulye ekmiyoruz? Sanırım fasulyeden şeylere kafa yormak kimsenin işine gelmiyor...

Toprak Yılı ve Bakliyat Yılı neyi anlatıyor?

Şimdi olayı biraz farklı açıdan ele alalım, fasulyeden şeylere bakalım... Aslında, bizim kanaat önderi rolüne soyunmuş gazeteciler dahil büyük adamlarımızın gözden kaçırdığı bir detay var. O da Birleşmiş Milletler’in 2013 yılındaki 68. Genel Kurul toplantısında aldığı kararlardan görülebilir. O toplantıda sadece 2016 Dünya Bakliyat Yılı ilan edilmedi; diğer bir karar ile 2015 de Dünya Toprak Yılı ilan edilmişti; 2014 yılı da Dünya Aile Çiftçiliği Yılı idi.

Bütün bu ardışık kararlar aslında Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin birbirini tamamlayan parçaları. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni genel hatlarıyla önceki bir yazımda ele almıştım. Bu yazıda Dünya Toprak Yılı ve Dünya Bakliyat Yılı’nın arka arkaya getirilmesinin nedenlerini özetleyeceğim.

fasulyeden-seyler1.jpg

Toprağı yağmalayarak “kalkınmak”

Toprağın aslında yaşayan bir organizmalar ekosistemi olduğu ve baklagil bitkilerinin bunun tamamlayıcı bir parçası olduğu bizim büyükler tarafından pek bilinmez; bilinse de dikkate alınmaz. Onun için en verimli tarım toprakları “yağma hasanın böreği gibi” güç odakları tarafından her daim ona buna peşkeş çekilerek fabrikalar, apartmanlar yapılıp kalkınabileceğimiz sanılır.

Bu yanılgı sadece bizde değil, özellikle tüm gelişmekte olan ülkelerde mevcut. Gelişmiş ülke insanlarında 1970’lerde başlayan çevre bilinci, bu ülkelerdeki tarımsal toprak ve doğal yaşam alanlarının korunmasında etkili olsa da kapitalizm canavarı fırsat buldukça oraları da talan edebiliyor.

Şimdiye kadar dünya ölçeğinde tarımsal toprakların üçte birinin elden çıkmış olması, konuyu kavrayan kişi ve kurumların acil önlem alınması için uluslararası bilinçlendirme kampanyaları başlatmasına neden oluyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne erişilebilmesi için elde kalan tarımsal toprakların korunması ve iyi idare edilmesi büyük önem taşıyor.

Ekosistemin sürekliliği topraktaki organizmalara bağlı

Toprağın yaşayan organizmalar ekosistemi olması, içerisinde binlerce tür bakteri, fungus ve diğer canlı organizmaları barındırmasından kaynaklanıyor. Bu toprak organizmaları bir taraftan ölü bitki ve hayvan artıklarını dönüştürüp dünyayı ölmüş bitki-hayvan çöplüğü olmaktan kurtarıyor. Diğer yandan da bitki kökleriyle ortak yaşam sürdüren bazı özel bakteriler atmosferdeki serbest azot gazını indirgeyerek, yani başta bitkiler olmak üzere diğer canlılar tarafından kullanılabilir azotlu moleküllere dönüştürüyorlar.

Çoğu Rhizobium olarak sınıflandırılan bu bakteriler sadece ortak yaşam sürdürdükleri baklagil familyasından bitkilere değil toprağa da diğer bitkiler tarafından kullanılabilecek azot bağlayarak ve toprakta bağlı fosforu bitki köklerince kolay alınabilir hale getirerek katkıda bulunuyorlar.

Biyolojik azot fiksasyonu olarak da bilinen bu toprak bakterileri faaliyeti sonucu yılda 100 milyon ton azot ya da 10 milyar dolarlık azotlu gübre toprağa bağlanıyor. Örneğin mercimek yılda dekara 3,5 ila 10 kg arasında azot bağlayarak kimyasal gübre kullanımına önemli bir alternatif oluşturuyor.

fasulyeden-seyler4.jpg

Baklagilin toprak için önemi anlaşılmadı

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere baklagil bitkilerinin bu özelliği binlerce yıldır biliniyor. Bu nedenle de tahıl üretiminde münavebeye girmesi ilk çağlardan beri özenle teşvik edilmiş ve uygulanmış. Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren kimyasal gübrelerin yaygınlaşması, üreticilerin bu olanaktan yararlanmaları birim alana verim artışına önemli katkıda bulunmuş.

Ancak çoğu yerde aşırı ve bilinçsiz gübre kullanımı yer altı ve yer üstü su kaynaklarının azot/fosfor düzeyini arttırmak gibi çevre sorunlarına yol açıyor. Biyolojik azot fiksasyonu bitkilerin fotosentez yani güneş enerjisinden yararlanmasına dayanırken, endüstriyel azotlu gübreler ise fosil enerji kaynaklarının kullanımına bağımlı. Yani, sera gazı artışı ve buna bağlı küresel ısınmaya neden olan karbondioksit salınımının en önemli kaynağı bu sentetik azotlu gübre imalatı.

Yeşil gübre üretimine katkı sunuyor

Baklagil bitkileri denilince sadece nohut, mercimek, fasulye gibi kuru bakliyat anlaşılmamalı; tahıllar dışında kullanılan çoğu yem bitkisi de bu sınıfa giriyor. Dolayısıyla baklagil yem bitkilerinin de bir şekilde münavebeye sokulması, hatta yeşil gübre olarak kullanılması toprak verimliliğinin sürdürülebilir olması açısından büyük önem taşıyor.

Tabii özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde üreticilerin yeşil gübre yetiştirmeye maddi güçleri yetmeyebilir. Bunun için özel devlet teşvikleri yanında etkin bilinçlendirme kampanyaları da gerekli görünüyor. Ancak bugünkü koşullarda bunun gerçekleşmesi pek gerçekçi görünmüyor bana.

fasulyeden-seyler.jpg

Buna karşın mercimek, nohut, fasulye gibi kuru bakliyatın münavebeye alınması daha gerçekçi bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor. Dünya Bakliyat Yılı ilan edilmesi de bundan kaynaklanıyor. Ulusal Bakliyat Konseyi’nin toplantının Türkiye’de yapılmasında oynadığı rol elbette önemli ve takdire şayan. Ancak asıl önemli olan yukarıda anlatmaya çalıştığım toprak bakliyat ortak yaşamının iyice anlaşılıp kavranması.

Toprağın kutsallığından ne anlıyoruz?

Özetle, yurt dışından bakliyat ithal edip bunları paketleyerek ihraç etmek şimdiye kadar politikacılarımıza sağlam bir övünç kaynağı olmuştu. Buna karşın aynı politikacıların baklagillerin sürdürülebilir toprak sağlığı ve buna bağlı sürdürülebilir kalkınma için taşıdığı önemi anladıklarını gösteren bir işaret yok.

Gerçi bu bilinçsizlik toprak ile ilgili bölümlerde çalışan bilimciler dahil tüm toplum kesimleri için geçerli. Bizde toprağın kutsallığı sadece uğruna kan dökülmesi, şehit olunması bağlamında gündeme geliyor ne yazık ki...

Sayfa ilk kez okundu.

En çok okunan makaleler

Yorumlar
    Bu yazı için henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
Yorum Yaz

Yorumunuz Gönderildi