Tarım Dergisi tarlasera
tarlasera SATIN AL
Kapat

Sen de mi komisyon?

Günümüzde GDO tarımına karşı genel bir önyargı hakim.Özellikle AB ülkelerinde bu durum, çözülemeyen tanım sorunu ve çelişkili politakalar nedeniyle, bilimsel çalışmaları ve üreticilik faaliyetlerini olumsuz yönde etkiliyor. Hal böyleyken biyogüvenlik mevzuatının değişmesini beklemek zor.

Daha önce defalarca yazdığım üzere Avrupa Birliği Biyogüvenlik Mevzuatı dünyanın en sıkı ve karmaşık mevzuatlarından birisi sayılıyor. İlk olarak 1990 yılında yürürlüğe giren iki direktif (EC 90/219 ve EC 90/220) zaman içerisinde değişikliklere uğramış yeni direktif ve tüzüklerin çıkarılmasıyla bilimsel gelişmelerin önünün açılacağı öngörülmüştü. Ne var ki aradan geçen 25 yıl içerisinde bırakın bilimsel gelişmelerin önünün açılmasını biyogüvenlik uygulamaları tam bir arap saçına dönmüş durumda. Yeni Bitki Islahı Teknikleri (YBİT) ile elde edilen genetiği değiştirilmiş bitkilerin bu mevzuata dahil edilip edilmeyeceği ise hâlâ belirsizliğini koruyor.

GDO tanımı hala belirsiz

Geçtiğimiz ay başlarında Brüksel’de YBİT konusunda çalışan araştırmacılar ile biyogüvenlik mevzuatında uzmanlaşmış bir grup bir araya gelerek konuyu AB mevzuatı GDO tanımı içerisinde, yani bir cümleyi noktası virgülüne kadar bir gün boyunca tartıştılar. Bir grup akademisyene göre bu sıkıntının kaynağını, AB ülkelerinde GDO tanımında o GDO’nun geliştirilmesinde kullanılan işleme odaklanılması oluşturuyor. ABD ve Kanada gibi ülkelerde ise GDO’nun nasıl geliştirildiği değil son ürünün özelliklerinin ele alınması ile sıkıntı yaşanmıyor. Diğer bir grup akademisyen ise bunun tam olarak gerçeği yansıtmadığını düşünüyor. ABD eldeki mevcut tarımsal pestisit mevzuatına göre GDO’ları denetlerken, Kanada mevcut tohumculuk kanunu çerçevesinde işliyor. Her iki durumda da yeni özelliklere sahip bitkinin gen aktarılarak geliştirilmiş olması risk analizi işlemlerini tetikleme görevi görüyor. Diğer bir anlatımla; AB mevzuatındaki GDO tanımına göre bir organizmaya başka bir organizmadan doğrudan gen aktarılarak, doğada kendiliğinden gerçekleşmeyecek bir değişiklik meydana getirilmesi gerekiyor. Kimyasal ya da radyasyon mutasyonu sonucu elde edilen genetiği değiştirilmiş bitkiler GDO sayılmıyor. YBİT çalışan çoğu araştırmacıya göre bu teknikleri kullanarak genomları düzenlenen yeni genetiği değiştirilmiş bitkiler bir mutasyona uğradıkları için GDO mevzuatı dışında tutulmalıdır.

Sıkıntının kaynağını AB mevzuatındaki GDO tanımıyla doğrudan ilişkilendiren akademisyenler ise bu görüşe temelden karşı çıkıyor ve aslında bitkilerde yapılan her türlü değişikliğin moleküler düzeyde doğadan kopyalandığını ve doğal süreçler kullanılarak gerçekleştirildiğini, dolayısı ile AB mevzuatındaki GDO tanımının yanlış olduğunu savunuyorlar. Hatta, doğada tatlı patates gibi doğal olarak gen aktarılmış yüzden fazla bitki türü örneği bulunduğunu kanıt olarak veriyorlar. Tanımın sakatlığına karşı verdikleri diğer bir örnek ise mutasyon sonucu elde edilmiş herbisitlere dayanıklı bitkilerin GDO olarak risk analizine tabi tutulmadığı halde, gen aktarılarak elde edilmiş herbiste dayanıklı aynı tür bitkinin yıllar süren biyogüvenlik analizlerine ve işlemlerine tabi olmaları.

Bilim ve üreticilik etkileniyor

Aslına bakılırsa, mevcut AB mevzuatı da bilimsel risk analizlerinden geçerek yetiştirilmelerine ve gıda/yem amaçlı tüketilmek üzere ithal edilmelerine teknik açıdan pek de karşı değil. Hatta bu kadar detaylı bir risk analizi öngördüğü için ideolojik ve duygusal karşı çıkışları da kolay göğüsleyebilecek nitelikte denilebilir. Bununla beraber demokratik bir toplumda benzeri görülmemiş, akıl dışı bir kampanya ve siyasi basiretsizlik sonucu hem bilimsel araştırmaların önü kesilmiş hem de çiftçilerin kendileri için son derece önemli bir teknolojiden mahrum kalmaları gibi garip bir durum ortaya çıktı.

Bunun için de neredeyse son 10 yıldır, AB ülkelerindeki bilimsel araştırma kuruluşları ve bilim akademileri yazdıkları birçok uzman raporu ile AB biyogüvenlik mevzuatının değiştirilmesini istiyorlar. Diğer bir anlatımla, ABD ve Kanada’daki gibi GDO elde edilirken kullanılan tekniğin değil elde dilen yeni bitkinin ya da “ürünün” özelliklerine göre bir risk analizi işlemlari kolaylaştıracak düşüncesini politikacılara ve kamuoyuna anlatmaya çalışıyorlar.

Yazının ileriki bölümünde anlatmaya çalışacağım üzere bu gerçekçi ya da GDO tarımının önünü açacak bir yaklaşım gibi görünmüyor. Zira konu Türkiye’de de olduğu gibi ideolojik ve duygusal yaklaşımların kurbanı olmuş vaziyette ve bu algının kısa sürede değişmesi pek mümkün değil. Dolayısı ile modern bitki ıslahı teknikleri ister gen aktarılarak isterse YBİT teknikleri kullanılarak yeni bir bitki geliştirsin, teknoloji karşıtları da tüm imkanlarını kullanarak buna karşı çıkacaklardır. Nitekim, yine AB fonlarını kullanarak bu yönde yürüttükleri faaliyetlerine başlamış bulunuyorlar.

İkiyüzlü bir tutum var

Bilim insanları arasındaki GDO tanımı ya da ABD ve Kanada gibi ürüne dayalı biyogüvenlik regülasyonu oluşturmaya yönelik çabaların pek bir sonuç vermeyeceğinin diğer bir örneği de AB biyogüvenlik mevzuatı uygulamalarının bugünkü durumu. Bugün itibariyle, AB sadece MON810 kodlu böceğe dayanıklı genetiği değiştirilmiş mısır çeşidinin üretilmesine izin veriyor. Fransa, Yunanistan, Avusturya gibi çeşitli AB ülkeleri önceleri kanunsuz olarak bu GDO’nun yetiştirilmesini yasakladılar. Daha sonra Nisan 2015’te yürürlüğe giren regülasyon ile bu durum yasal hale sokuldu. AB’de şimdi sadece 5 ülkede bu GDO ekiliyor. AB ülkelerinin iki yüzlü tutumu işte tam bu noktada ortaya çıkıyor. Bir taraftan, çoğu AB ülkesi GDO üretimini yasaklarken aynı ülkeler milyonlarca ton metebesinde GDO ürününü, hem de yem ve gıda amaçlı tüketilmek üzere ithal ediyorlar. Yani bizim o pek araştırmacı gazetecilerimizin sık sık “AB’den GDO’ya yasak” vs başlıkları doğruyu yansıtmıyor. Dikkat ettiyseniz ikiyüzlülük, ekimi yasaklayıp ithalata izin vermekle de bitmiyor. AB mevzuatına göre GDO’larda bilimsel risk analizlerini yapan EFSA’nın olumlu görüşü üzerine GDO’ların gıda ve yem amaçlı ithaline birlikte izin veriliyor. Bizdeki gibi sadece yem amaçlı izin verilmiyor. Bununla beraber, altmışa yakın GDO’ya gıda ve yem amaçlı tüketilmek için ithalat izni verilmiş ve her yıl milyonlarca ton ithalat yapılıyor olsa da şimdilik pek az GDO gıda üretiminde kullanılıyor! Acaba neden?

Siz bu sorunun yanıtını düşünürken, Avrupa Birliği ombudsmanı yani parlemento tarafından seçilen kamu denetçisi Emily O’Reilly Ocak ayı ortalarında, AB hükümeti olarak görev yapan AB Komisyonu’nun 2012-2014 yılı arasında gıda ve yem amaçlı GDO onayları konusunda yasalarla verilmiş görevini zamanında yerine getirmeyerek görevini ihmal ettiğine hüküm verdi.

Oldukça karmaşık olan AB karar verme süreçlerinin GDO’ları etkilemesi ilk bakışta normal gibi görünse de son yıllarda kararsızlık neredeyse kural haline geldi ve gıda-tarım sektörünü olumsuz etkilemeye başladı. Yasal olarak, EFSA’nın olumlu görüşünden sonra Komisyon 3 ay içerisinde üye ülkelerinin temsilcilerinden oluşadan Bitki, Hayvan, Gıda ve Yem Komitesinin onayına sunması ve nitelikli çoğunluk sağlanamaması durumunda -ki şimdiye kadar hiç sağlanamamış görünüyor- kendi kararını vermesi gerekiyor. Ancak, 2015 yılı içerisinde verilen GDO onayları için bu süreninin 3 ay yerine 16 ay olarak gerçekleştiği görülüyor. Ve halen aynı gecikmeye maruz kalan 40 kadar GDO için karar verilmesi gerekiyor.

GDO karşıtlığı ideolojik ve duygusal

Kamu denetçisinin bu kararı bir kez daha GDO konusunun ne kadar politize olduğunu gözler önüne seriyor. Bilimsel risk analizleri tamamlanmış GDO’lar için bırakınız teknoloji karşıtlarının söylem ve eylemlerini, sözüm ona dünya gücü olmaya aday AB üst yönetimi dahi basireti bağlanmış bir duruş ortaya koyuyor.

Dolayısı ile yazının başlarında bahsettiğim bilim insanları arasındaki GDO tanımı üzerindeki teknik ve felsefi tartışmalar, siyasi irade ile belirli bir pozisyon almadıkça herhangi bir yere varması biraz zor. Zaten tartışma ortamlarında bu konuyu sıkça dile getiriyor ve bu çelişkilere dikkat çekmeye çalışıyorum. Eğer GDO zararlıysa neden gıda ve yem amaçlı ithal ediyorsunuz ama ekmeyi yasaklıyorsunuz? Ya da neden bazı ürünlerin gıda yem amaçlı ithaline izin verirken, bazılarının bilimsel risk analizi tamamlanmış olduğu halde dosyalarını kanunsuz olarak sümen altı tutuyorsunuz? Ya da hem gıda yem amaçlı ithal izni veriyorsunuz ama gıda amaçlı kullanmıyorsunuz? Tabii ki bunların hiçbirine doğru düzgün, tatmin edici bir cevap almak mümkün değil.

Özetle sadece Türkiye’de değil AB ülkelerinde de GDO konusu, bilimsel bazlı tartışmalar yerine ideolojik ve duygusal tercihler kullanılarak şekilleniyor. Ekonomik kaygıların arttığı durumlarda gıda ve tarım sektörü temsilcilerinin yoğun baskısı olmadan AB Komisyonu yasal görevini ihmal edip kararlarını inanılmaz şekilde geciktirebiliyor. Bu sistem içerisinde biyogüvenlik mevzuatının değiştirilmesi de ham bir hayal olmadan öteye gidemez gibi görünüyor.

Sayfa ilk kez okundu.

En çok okunan makaleler

Yorumlar
    Bu yazı için henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
Yorum Yaz

Yorumunuz Gönderildi